Carly Cassella
Erkeklerin avlanacak, kadınlarınsa toplayıcılık yapacak biçimde evrimleştiği düşüncesi, geçmiştekinden çok daha fazla akademik direnişle karşı karşıya olan, kısmen temelsiz bir varsayımdır. Eldeki arkeolojik kanıtlar ve insan fizyolojisi üzerinde gerçekleştirilen yeni bir araştırma, modern cinsiyet rollerinin uzak geçmişe ilişkin yeniden-kurgularımızı renklendirdiğini güçlü biçimde düşündürüyor.
İkisi de biyolojik antropolog olan, ABD’deki Delaware Üniversitesi’nden Sarah Lacy ve Notre Dame Üniversitesi’nden Cara Ocobock’un aktardığı kadarıyla, kadınlar “avlanma gibi dayanıklılık gerektiren faaliyetlere fazlasıyla uygunlar” ve tarih öncesi avlara katılmadıklarını destekleyen çok az kanıt mevcut.
‘AVCI ERKEK’ EFSANESİ NE KADAR GERÇEK?
Lacy-Ocobock ekibi, kendi cinsiyetlerinin entelektüel ve fiziksel açıdan daha üstün olduğunu düşünen erkek antropologlarca ilk olarak 1960’larda ortaya atılan ve etki yaratan ‘Avcı Adam’ teorisine meydan okuyor. Lacy, “70’ler, 80’ler ve 90’larda bu hususta yayınlar yapan kadınlar mevcuttu; buna karşın çalışmaları ‘Ah, bu feminist bir eleştiri ya da yaklaşım’ diye karşılanıyordu” diyor: “İkimiz, hem daha önce ürettikleri gerekçelere yeniden bakmak hem de onlara tüm yeni bulguları eklemek istedik.”
İnsanlık tarihini tarımın ortaya çıkışına dek içine alan bir dönem olan Paleolitik döneme dair verileri analiz eden Lacy ve Ocobock, Paleolitik devirlerde cinsiyeti temel alan bir işbölümünü düşündürecek çok az bulgu olduğunu savunuyor. Başlangıçta erkeklerin avcı olduğu fikrini desteklemek amacıyla ileri sürülen alet yapımı, çakmaktaşının yontulması ya da mızrak fırlatma gibi kanıtların tamamının kadın eli tarafından da kolayca gerçekleştirilebileceğini belirtiyorlar. Buna ek olarak, tarihöncesi erkek ve kadın iskeletleri hem silahlarla hem de büyük hayvan avcılığı gereçleriyle birlikte gömülü halde bulundu ve bu durum cinsiyeti temel alan bir toplumsal hiyerarşinin olmadığına işaret ediyor.
HER İŞTE ORTAKTILAR
Bu insan kalıntıları da benzer travma kalıpları sergiliyor ve erkek bedenlerinde tekrar fırlatma belirtileri daha net görülürken, bu bulgu kadınları öteki avlanma tekniklerinden dışlamıyor. Günümüzde de avcı-toplayıcı kabilelerin genelde avlanma rollerini cinsiyetler arasında paylaştığını gözler önüne seren pek çok kanıt mevcut.
Mesela, bu yılın başlarında gerçekleştirilen bir araştırma, geçen yüzyıldan kalan avcı-toplayıcı toplumların yüzde 80’ine yakınında kadın avcılığına ilişkin kanıtlara rastlandığını ortaya çıkardı. Dahası, avlanmanın en büyük besin kaynağı olduğu toplumlarda, kadınlar zamanının yüzde 100’ünde avlanma faaliyetine katılıyordu. Bu toplumlarda yaşayan anneler çocuklara bakmak için kampa geri dönmekten ziyade, ava veya balık tutmaya giderken genelde çocuklarını yanlarında götürüyordu.
Örneğin Filipinler’deki Agta kabilesi kadınları, hayvanları öldürmek için erkeklerin avlanma tekniklerinden büyük oranda farklı olan eşsiz stratejilere ve tercih edilen silahlara sahiptir. Netice itibariyle, her iki cinsiyet de avı takip etmek ya da öldürmek için eşit zaman harcıyor ve kadınlar bu işi genellikle regl oldukları ya da emzirdikleri bebekleri taşıdıkları esnada yapıyordu. Avlanmak söz konusu olduğunda, özellikle de kadın bedeninin gereken yapıya sahip olmadığı ya da yetersiz olduğu fikri uydurmadır.
TEMSİLİYET SORUNU
Lacy ve Ocobock, insan fizyolojisini merkeze alan destekleyici bir makalede, “kadınların egzersiz fizyolojisi ve spor hekimliği araştırmalarında maalesef yeterli düzeyde temsil edilmediğini” savunuyorlar. Aslında, kısa süre önce gerçekleştirilen bir araştırma, spor ve egzersiz alanındaki araştırmalara katılan kişilerden sadece yüzde 34’ünün kadın olduğunu gözler önüne serdi. Ayrıca, insan atletik performansına ilişkin araştırmaların yalnızca yüzde 3’ü kadınları kendi bağlamında değerlendiriyor.
Araştırma makalesinin yazarları, erkekler ile kadınlar arasında somut biyolojik farklılıklar olduğunu inkâr etmeseler de bu farklılıkların çok sık görmezden gelindiğini, yeterince incelenmediğini ya da modern stereotiplerle uyumlu olacak biçimde yanlış yorumlandığını öne sürüyorlar. Mesela, kadın bedeni, büyük av hayvanlarını avlamak için gereken temel bir yetenek olan aşırı dayanıklılığı gerektiren faaliyetler söz konusu olduğunda, daha uygun olma eğilimi sergiler. Ortalamada, dişiler erkeklere kıyasla daha yavaş ve daha güçsüz olsalar dahi, bu durum onların sağladığı fiziksel katkıların faydasız olduğu anlamına gelmez.
Paleolitik çağlarda yaşayan avcı-toplayıcı topluluklar küçüktü ve büyük ihtimalle kadın egemenliği altındaydı; bu durum, topluluk üyelerinin muhtemelen iş rolleri hususunda esnek davranmaları gerektiği anlamına geliyordu. Yani hiçbir el boş durmuyordu.
Lacy ve Ocobock, “Dünya görüşü mevcut Batı ataerkilliğini temel alan araştırmacıların cinsiyet rollerine ilişkin varsayımları, 100 bin yıl veya daha da önce yaşayan topluluklar için ‘varsayılan’ sosyal örgütlenme biçimi gibi görülmemeli” diyor: “Geçmişte, tüm cinsiyetler yaşama eşit düzeyde katkı sağladı ve ileriye dönük araştırmalar bu hususu ‘varsayılan’ olarak kabul etmeli.”
Her iki makale de American Anthropologist adlı dergide yayınlandı.
Yazının orijinali Science Alert sitesinden alınmıştır. (Çeviren: Tarkan Tufan)