2015 yılında öldürülen Tahir Elçi’nin eşi ve CHP milletvekili Türkan Elçi, 9 yıldır özel günlerde kabuğuna çekilme hakkını kullandığını yazdı. “Bayramınız kutlu olsun” sözcüğünün kendisi için ağızda acı bir şeker tadı olduğunu belirten Elçi, “İnzivaya çekilme duygusu, duymaktan imtina ettiğimiz sözcükleri dışarıda bırakmak kadar, yorgun omuzlarımızı dinlendirme meramından da kaynaklanabilmektedir.” diye yazdı.
Türkan Elçi’nin T24 için kaleme aldığı “Kabuğa çekilme hakkı” başlıklı yazısının bir bölümü şöyle:
“Dokuz yılı aşkın bir zamandan beridir bu ağırlığı ve rahatsız edici eksikliği hissetmemek için kabuğuma çekilme hakkımı kullandığımı en yakınımdakiler bilir. Kişinin en tabii haklarından biri olan bu haktan şimdiye kadar söz edilmemişse de kişilerin ‘Kabuğa Çekilme Hakkı’nın olduğunu varsın ilk ben dile getireyim. Bir yönüyle kısa süreliğine inzivaya çekilme veya duymak istemediğimiz sözcükleri, omuzlarımızda taşıdığımız yükün ağırlığını kabuğun dışında bırakma hakkı da diyebiliriz biz buna. Duymaktan kaçındığımız bu sözcüklerin neler olduğundan başlayalım ilkin. Çoğu özel günlerin kendilerine ait ezberlenmiş cümleleri vardır. Örneğin, bayramınız kutlu olsun veya başınız sağ olsun cümleleri. Ağızdan çıktığı anda havada dönüp dolaştıktan sonra bizi ışık hızıyla geriye götüren, taşıdığımız cerahata değen, bizi bulunduğumuz andan uzaklaştıran sözcükler. ‘Bayramınız kutlu olsun’ sözcüğü, ailece oturulmuş (eksiksiz) bir sofrada yemeli içmeli, gülüşmeli şeker tadında bir sözcük olduğu kadar, eksikli bir sofrada da acı tat veren bir sözcüğe dönüşebilir. Erimiş kaybolmuş şekerin yerine ağzımızın içine oturan acı bir tat.
İnzivaya çekilme duygusu, duymaktan imtina ettiğimiz sözcükleri dışarıda bırakmak kadar, yorgun omuzlarımızı dinlendirme meramından da kaynaklanabilmektedir. Hepimizin malumudur, zorlu bir seçim sürecini geride bıraktık. Elde etmiş olduğumuz başarı tablosunun sadece birinin, birkaç kişinin değil, çoğu kişinin emeklerinden, toplumca muhalefette birleşme isteğinden kaynaklı bir istencin toplamından oluştuğunun altını çizmekte de ayrıca fayda var. Her bir kesimin kendine göre katkısının, etkisinin olduğuna değinmesek hak yemiş oluruz. Gösterdiğimiz bunca çaba, sarf ettiğimiz bunca emek de ‘hak yememek’ için değil mi zaten. Hakkın yenmemesi kadar, toplumca yaşayabileceğimiz huzurlu bir dünyanın inşası içindir bu emekler aynı zamanda.
Çoğumuzun (hepimizin demeyeceğim çünkü bizleri görmek istemeyenler de var) bildiği üzere uzun zamandan beridir acı çektik, zulüm gördük, ötelendik. Çektiğimiz, gördüğümüz zulmün ağırlığı omuzlarımıza geldi oturdu. Kendimizi çoğu zaman anlatmakta zorlandık, haklı sesimiz duvarlara çarpıp bize geri döndü, kendimiz bağırdık, kendimizi sadece biz duyduk. Omuzlarımızdaki yükle hakkımız olanı bulma yolculuğuna devam ettik. Edeceğiz de.
Yük, omuz, yolculuk derken Andrew Jolly’nin ‘Seni içime Gömdüm’ adlı kitabı aklıma gelir. Kabrero’yu düşünürüm.
Bazı eserler vardır, üzerinden zaman geçmesine rağmen, yanımızda durmaya devam eden, kendini bize hatırlatan zihnimize mıhlanan. Aynen hayatımızdan çıktıklarını sandığımız bazı kişilerin yok oluşlarında bile ısrarla var olmaya devam etmeleri gibi. Bu eser de o kabilden bir eser. Roman kahramanı Kabrero omzundaki tabutta eşinin cesedini taşır. Gömecek yer bulmak için yer arar. Anlayacağınız, zorlu bir yolculuğun yolcusudur Kabrero.
Kabrero’nun öteki kabul edilen Kızılderili bir kıza beslediği aşkı iki yıllık bir beraberliğin ardından ölümle neticelenir. Cesedi sedyeye yatırır, antilop derisiyle örter, ayaklarına, karın boşluğuna boynuna hasırlar tıkıp düşmesini önler. Sırıklarla omuzlar, yola koyulur. Aşkı omuzlarında taşıma yolculuğudur Kabrero’nun yolculuğu. Bir ölüyü omuzlarında fedakârca taşıyarak gömecek yer arama serüvenindeki tek başınalığı da can yakıcıdır aynı zamanda. Kabrero kendi ailesinden, kasabalıdan, rahipten istediği tek şey eşini gömeceği bir avuç topraktır. Vahşi doğadan, sarp kayalıklardan tabutla aşağılara doğru sürüklenerek inen Kabrero, rahibe cesedi kasabaya gömmek için getirdiğini söyler. Rahip ise ‘Yapamam kutsal toprak orası, oraya gömülmesine izin verememem’ der. Kabrero ise ‘Şimdi vaftiz edin öyleyse’ dediği halde rahip kabul etmez. ‘Öyleyse vaftizli olmayan Kızılderililer için de özel bir yer açın’ talebinin karşısında rahip ‘Sonra ne olacak? Merkeplerle köpekler, keçiler için bütün canlılar için ayrı yerler mi açacağız?’ Rahibin bu cevabı, üstünlerin kendileri için belirledikleri sınırların dışında kalan öteki ilan edilenlerin ölülerinin bile hangi mahalde durması gerektiğini anlatan bir cevaptır. Üstünlerin, üst perdeden aşağıdakilere inen sesidir rahibin sesi. Din kurumunun kutsallık atfettiği bir toprak parçası, öteki olarak işaretlenenlerden daha evla olduğunu anlatan bir sestir.
Kabrero, bir erkeğe bir kadının ölüsünü dağlardan aşağılara doğru taşıtan sevginin nasıl bir sevgi olduğunu en yakınındaki abisine bile anlatmakta zorlanır. Abisi, onu Kızılderili bir kızla evlenmesi konusunda suçlar, Kabrero’nun omuzlarındaki cesedi göremeyecek kadar acımasızdır.
Birbirini suçlayanların, ayrıştıranların, ötekileştirenlerin borusunun öttüğü günümüz Türkiyesi’nde ‘merkepler, köpekler, keçiler için ayrı yerler mi açacağız’ diyen, kutsallık da kutsallık naralarıyla başkalarını ötekileştirenler yok mu? Altında yatmak için bir avuç toprak arayan Kızılderilileri kaç kişi anlayabildi? Hatta günümüz toplumu birbirinden o kadar ayrıştı ki, birbirine benzerler arasında bile teamüllere uygun olmayan bir tercihte bulunulduğunda haddi ve amacı aşan suçlamalar, dışlanmalar yaşanmıyor mu? ‘Suçlayıcı dil’ kendini her haklı sananın silahı haline geldi. Kendisine benzemeyeni bir anda yok etme, ortadan kaldırmaya yarayan bir silah. Silah seslerini, kamusal bir mecra kimliğini kazanan sosyal medyada, sokaklarda, katıldığımız toplantılarda, konuştuğumuz çoğu insanın sesinde duyabiliyoruz ne yazık ki.
Bugün Türkiye’de omuzlarında ölülerini taşıyan saysız Kabrero’lar var. Ölülerini gömecek yer arayan sayısız faili meçhul yakını var, omuzlarındaki ölülerle beraber adalet arayanlar var, hak ararken aynı zamanda Kabrero gibi suçlu muamelesi görenler de var.
Kabrero omuzunda taşıdığı cesetle berber karşılaştığı bunca acımazsızca muamelelere karşın, acınacak kişinin kendisi değil de karşısındakilermiş gibi davranır. Başkalarına acıma duygusu içindedir. Omuzunda taşıdığı ölüye beslediği aşk duygusu ve aşkın verdiği güçle karşılaştığı haksız suçlamalar gözünde gereksizleşmiştir.
Kabrero korkmaktan ziyade, yaptığı şeyin doğruluğunun inancı ve gururuyla kasabada omuzundaki ölüyle dolaşır. Anlatmak istediğimizi kitapta geçen bir paragrafla bitirip Kabrero’nun aşkı ve inancıyla hayata devam diyelim.
‘Eline tüfeği alıp, fişeklikleri göğsüne çaprazlama asıp, atını üstlerine sürse, kasabanın sokaklarında ölüm saçarak, önüne geleni yağmalayarak, yakıp dolaşsa, kasabayı yerle bir etse bile gözlerinden okunan bu sevginin ürküttüğü kadar ürkütmezdi onları.’”
(HABER MERKEZİ)